Sn. Serdar Turgut Hürriyet gazetesindeki köşesinde zaman zaman halkımızın birkaç yüz kelime ile konuştuğunu söylüyor. Doğru bir saptama. Ama biz neden az kelime ile konuşuyoruz. Biraz bunun üzerinde de durmamız gerekiyor. Çünkü bizlerin çok fazla ifade edecek fikrimiz olmuyor. Yaşantımız fiziksel ve maddi kısa vadeli gereksinimlerin karşılanması üzerinde dönüyor. Doğal olarak sadece kısa vadeli fiziksel ve maddi gereksinimlerin tatmin edilmesine yönelik bir yaşantı sürüyorsanız, çok fazla bir şeyler tartışmanız da gerekmiyor. Çok fazla tartışmıyorsanız, yeni fikirler üretmiyorsanız o zaman çok kelime kullanmanız da gerekmiyor. Türk insanının genel olarak hayalleri yok. Hayal yoksulluğu Türk toplumunda sadece belirli görünür eğitim eksiği bulunan ve genelde gelir düzeyi düşük kesimindeki bir sorun değil. Türk insanı genel olarak hangi eğitim ve gelir düzeyinde bulunursa bulunsun, aynı hayalsizlik içinde.
Genelde ortalama Türk insanının tüm hayali bir ev alıp “başını sokmak”, mümkünse bir araba alıp “ayağını yerden kesmek”. Olabildiğince kolay ve çok para kazanıp bunu en ufak bir yaratıcılık gerektirmeyen alanlarda harcamak. Zevklerimiz entelektüel zeka içermiyor. Şimdi biz bu genel karakteristik özelliklerimiz nedeni ile hiçbir alanda, hiçbir şey üretmeden Avrupa Birliği içinde yer almak istiyoruz. Doğal olarak, hiçbir alanda hiçbir şey üretmeyen bir toplumun Avrupa Birliği’ne girişi konusunda çıkan sorunlarda, her Türk bireyi gibi, bizim hatasız olduğumuza inanıyoruz.
Yarattığımız bahane olmasın
Sayın okurlar, benim üretim anlayışım bir fabrikada veya herhangi bir mekanda fiziksel bir imalatın gerçekleşmesi değildir. Benim üretim anlayışım fiziksel imalatı yapılan şeyin –her ne ise- tasarlanıp, fiziksel olarak üretilmesi halinde sorunsuz olarak çalışabileceğinin kanıtlanmasıdır. Olaya bu açıdan bakarsanız, Türkiye’de tasarlanmış kaç tane, ne bulacaksınız? Kuşkusuz bir şeyler var ve bu nedenle yukarıda yazdığım hiçbir şey sözü matematik olarak doğru değil. Ama ben genel olarak her alanda dünyaya katkı yüzdesinden bahsediyorum. Bu açıdan da üretimimiz hiçe yakın. Örneğin çok övündüğümüz F-16 uçaklarının üretimi var. Siyasilerin deyimi ile bir zamanlar toplu iğne ithal eden Türkiye şimdi uçak üretiyor. Öyle mi gerçekten? Yoksa bir zamanlar tasarlanmış, tüm fiziksel testlerden geçerek çalışabilirliği kanıtlanmış ve yıllarca bir üretim bandında da imal edilmiş bir uçağı, şimdi artık oralarda başka modellere geçildiği için, Türkiye’de aslına uygun yapmaya devam mı ediyoruz? Hangisi? Bana göre ikincisi. Eğer ikinci cevap doğruysa biz uçak yapıyor kabul edilebilir miyiz? Türkiye’de kaç tane tasarımı Türkiye’de yapılmış otomobil var. Bana göre bugüne değin tek Türk otomobili oldu, o da Anadol. Peki sanayileşmede böyleyiz de, sanatsal etkinliklerde farklı mıyız? Çağdaş dünya sanatsal etkinliklerine katkı yüzdemiz nedir? Örneğin bana göre 20. yüzyılın sanatı olan sinemaya katkımız nedir? Şimdi hemen savunma mekanizmaları başlayacak ve sansürden parasal olanaksızlara kadar birçok gerekçe sayılıp, “Biz nasıl yapacaktık?” denilecek.
Sayın okurlar, bu iyi sinemadan ne anladığınıza ve sizin yaratıcılığınıza bağlı. Örneğin çok iyi bir komedi, şiddet sahnesi içermeyen çok iyi bir gerilim çekebilirsiniz. Örneğin başrolünü Peter Sellers’in oynadığı, Blake Edwards’ın yönettiği The Party (Türkiye’de Tatlı Budala olarak oynadı) adlı film ilk sahne hariç (o da çok kısaydı) yaklaşık üç saat tek bir mekanda (bir evde) geçer ve bana göre keskin bir eleştiri ile birlikte seyirciyi kahkahalara boğar. Veya Coen kardeşlerinin Blood Simple (lütfen ukalalık demeyin, ben bu filmi videoda seyrettim ve Türkçe ismi nedir bilmiyorum) sadece bir sahnede ele bıçak saplanması dışında kan içermez.Bildiğim kadarı ile tanınmış bir oyuncusu da yoktur. Ama çok iyi bir gerilim filmidir. Hele de Steven Spielberg’in sanırım ilk filmi olan The Duel (bildiğim kadarı ile Bela adı ile gösterildi) filmi sadece dizel yakıtlı bir araç sürücüsü ile kendisi hiç gözükmeyen (sadece kıllı kolu ile çizmesi gözüken) bir TIR sürücüsü arasında geçen bir başka gerilim filmidir...
Evet, biri gözükmeyen iki kişi arasında geçen bir gerilim filmi. Tanrı aşkına biz bunları düşündük mü? (Bana göre diğer sanat etkinliklerinde de çok farklı değiliz.)
Peki sanatı da bırakalım? Dünya hukuk sistemine hangi uygulamamızla, dünya ekonomisine yarattığımız hangi deyim veya işlem tipi veya araç ile katkıda bulunduk. Başarılı bilim adamlarımızın çoğu ancak bir dış organizasyon içerisinde bulundukları noktalara gelmediler mi?
Ve son olarak soralım kendimize; sanayileşmeden sanata, siyaset, ekonomi ve bilime katkısı bu düzeyde olan bir ülkenin –bu kadar katkı yapabilen bir ülkenin insanının doğal olarak nitelik tartışmasına artık girmiyorum- nerede ne kadar kabul görmesini bekliyoruz.
Hayallerimiz yoksa, gerçeklerimiz de bu kadar olur.